“Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir.” -Mustafa Kemal ATATÜRK
1881 yılında küçücük, sarı saçlı, mavi ve heyecan dolu gözleriyle üç katlı pembe bir evde dünyaya gözlerini açtı; Türk milleti için neler yapacağını henüz bilmeden..
Büyüdü ve mektebe gidecek yaşa geldi. Mahalle mektebi eğitimini bitirdikten sonra askeri manastırda eğitim görmeye devam etti. Ve hepimizin bildiği gibi burada ki matematik öğretmeni “KEMAL” diye hitap ederek sonsuzluğumuzda yer alacak “MUSTAFA KEMAL” ismini almış oldu. Askeri manastırı bitirdikten sonra harp okulunda eğitime başladı ve buradaki tahsil hayatından sonra harp akademisine devam etti. Akademiyi tamamladıktan sonra Şam’a giderek görevine başlamış oldu ve Türk milleti için nice savaşlar verdi.
Eğitim ve kültüre, ekonomiye, hukuka ve toplumu ilgilendiren her şeye önem verdi ve milletimiz için devrim yarattı. O milletimizin atasıydı, bu yüzden Türklerin atası anlamına gelen “ATATÜRK” soyadı ona yakıştırıldı ve soyadı kanunu ile birlikte “Mustafa Kemal ATATÜRK” olarak ölümsüz bir isme dönüştü.
Özel hayatını her zaman sadelik içerisinde yaşadı.
Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, dans etmeyi, ata binmeyi ve yüzmeyi çok severdi. Zeybek’e, Rumeli türkülerine ve güreşe meraklıydı. Tavla ve bilardo oynamaktan büyük keyif alırdı. Akşam yemeklerini bilim ve devlet adamlarıyla, sanatçılarla yer; ülkenin sorunlarını tartışırdı.
Çocukları çok severdi. Türk gencinin başarılı olacağına hep inandı..
1937 yılında Yalova’da yaptığı gezi sonucunda aniden rahatsızlandı; kısa sürede kendini toparladığı sanılırken Ankara’ya dönüşünde ki yorucu yol nedeni ile tamamen iyileşemedi. Meslek icabı yaptığı geziler sonucu hastalığı gittikçe ağırlaştı ve Dolmabahçe’ye nakledildi.
Dolmabahçe’de işinin ehli doktorlar tarafından muayene edildi ve siroz teşhisi konularak tedavi süreci başladı. Günden güne rahatsızlığı artmaktaydı. Karın bölgesinde su birikmesi onu fazlasıyla rahatsız etmekteydi. Sular iğne yardımı ile boşaltılıyordu ve ancak o zaman rahatlayabiliyordu.
Hastalık günden güne onu eritmekteydi ama o karın bölgesindeki sulardan kurtulduğunda bile “Oh! Çok rahatladım. Şimdi bana kahve ve sigara getirin.” diyecek kadar güçlüydü.
Bir gün hasta yatağında yatarken canı enginar yemeği çekti. Ülkemizin o döneminde enginar İstanbul’ bulunmadığı için Hatay’dan istenildi, ancak enginar geldiğinde durumu ağırlaşmıştı. Bu yüzden emr’i hak vuku bulmadan evvel enginar yemeği yiyemedi.
Günler geçtikçe hastalık iyice kendini gösterdi ve Mustafa Kemal komaya girdi. 10 Kasım günü acı içerisinde aniden gözlerini açtı ve sonrasında o mavi gözleri ebediyete kapadı..
Tüm dünyayı yasa boğan bir vedaydı; ancak kalplerimizde masmavi gözleri ile birlikte ufkumuzu aydınlatmaya devam etmekte…
Takvimler ve saatler hep, 10 Kasım’da 09:05 geçe de takılı kaldı…
Beyza DEMİREL