Saate bir bakıyorsun, yaşamı gençlik geçiyor.. Akrep ve yelkovan sürekli birbirini takip ediyor. Yaşayıp duruyoruz her saniye, ne bir ileri ne bir geri.. Baksana şunu yazana kadar bile kaç dakika geçti. Ömürden kaç nefes gelip gitti..
Çocukluğu bıraktık mı geçmişte?
Derinlerde kalan bir ilkokul çocuğu, okumayı yeni öğrenmeye başlarcasına heyecanlı. Hayata dair her şeyi heceliyor sanki içimizde. Adım adım öğreniyor Türkçeyi, adım adım yaşıyor hayat bilgisini.. büyüdükçe büyüyor, önce yazmayı sonra okumayı öğreniyor. Ne mutlu Türküm diyene! deyip giriyor yüreğimizde ki derslere.. Önce sırasına oturuyor sonra bekliyor, gün içerisinde öğrenilecek kaderi…
Hey dostum senin derdin ne?!
Ne ergeni ya! Lanet olsun dostum, beni hiç kimse anlamıyor ki! Diyerek çıkıyor içimizdeki isyan. Hayat ne kadar acımasız aslında ilk olarak lise de mi görüyoruz acaba? Belki de en iyi anladığımız gördüğümüz yer o dönemlerimizde, sanırım hormonlar yüzünden şiddeti olması gerekenden fazla oluyor.. İçimizdeki çocuk mu, o olduğu yerde duruyor.. Zaman akıp gidiyor, hayat bir biri ardına Süper Mario edasıyla engelleri çıkartıyor ve biz nasıl oluyorsa yana – kazana bu hayatı oynuyoruz / yaşıyoruz.
Derken bir de üniversite; aman en güzeli (!)
Yetişkinliğe en yakın okul dönemi. İçimizdeki çocuğun yaşayıp yaşamadığı pek belli olmayan, diploma ile işsizliğe merhaba deyip, “Şimdi ben okumayacaksam nasıl yaşayacağım?” diye korkuya düştüğümüz o dönem.. Hayatımızın 16 senesini okuyarak geçirdikten sonra bir anda boşluğa düştüğümüz, diplomamız ile bakıştığımız o dönem…
Süper Mario olsak bile kavuşamayız sanki prensesimize. Hayata başladığımız o heceleme işlemi nasıl oluyor da göz açıp kapayınca, diplomalı olarak “O çocuk nereye kayboldu?” edasıyla kala kalıyoruz kim bilir. Hayata tutunacak bir dal aslında eğitim. Ki dünyanın en güzel çağlarıymış okul dönemleri. Bunu en iyi elimize DİPLOMAyı alınca anlıyoruz.
Kahve koyup, diploma ile karşılıklı oturup, eee gençlik nasıl günlerdi ama.. diyerek hayatın boşluğunda sürünüp gideceğiz. Ve okul bitince anlamaya başlayacağız o dönemlerin kıymetini, buna da yetişkin olmak diyeceğiz.. O dönemleri özleyip, diplomamıza her baktığımızda o zamanlara dönmek isteyeceğiz, şuan ki zihniyetimizle.
Ama ne yazık ki, büyümenin acısını içimizde öldürdüğümüz çocuktan çıkartıp; eğitimin kıymetini o 16 senelik eğitim dönemlerinde bilemeyeceğiz..
Şimdi hepimiz diplomalarımızla birlikte öldürdüğümüz bir yaşama fincan tokuşturalım ve yetişkin olmanın tadını çıkartalım ya da bir pazar akşamı soba önünde banyomuzu yapmışız gibi defterlerimizi hazırlayarak okul sabahına yeniden uyanacakmışçasına yatalım..
Kıymet bilerek okumaya çalışalım..
Kıymetimiz bilinerek diploma sahibi olalım…